fotosentezin gerçekleştiği sitoplazmik organeldir.
Çift katmanlı zarla çevrilidir. İç katman fotosentez pigmentleri enzimleriyle klorofil içeren yassı keseciklere dönüşmüştür. DNA içeren kloroplastlar, bağımsız işlev gören ve kendi kendine çoğalan bir yapıdır.
Kloroplastta fotosentezi gerçekleştirmek üzere hazırlanmış tillakoidler, iç zar ve dış zar, stromalar, enzimler, ribozom, DNA gibi oluşumlar bulunur. Bu oluşumlar hem yapısal hem de işlevsel olarak birbirlerine bağlıdırlar ve her birinin kendi bünyesinde gerçekleştirdiği son derece önemli işlemler vardır. Örneğin kloroplastın dış zarı, kloroplasta madde giriş-çıkışını kontrol eder. İç zar sistemi ise "tillakoid" olarak adlandırılan yapıları içermektedir. Disklere benzeyen tillakoid bölümünde pigment (klorofil) molekülleri ve fotosentez için gerekli olan bazı enzimler yer alır. Tillakoidler "grana" adı verilen kümeler meydana getirerek, güneş ışığının en fazla miktarda emilmesini sağlarlar. Bu da bitkinin daha fazla ışık alması ve daha fazla fotosentez yapabilmesi demektir.
Bunlardan başka kloroplastlarda "stroma" adı verilen ve içinde DNA, RNA, ribozomlar ve fotosentez için gerekli olan enzimleri barındıran bir de sıvı bulunur. Kloroplastlar sahip oldukları bu DNA ve ribozomlarla hem kendilerini çoğaltırlar, hem de bazı proteinlerin üretimini gerçekleştirirler
16 Mayıs 2011 Pazartesi
Klorofil
çeşitli dalga boylarındaki ışıkları emerek bitkide fotosentez (özümleme) olayının meydana gelmesine sebep olan, yeşil renkli bir pigment (renk verici madde).
Klorofiller fotosentez olayında, karbondioksidin şekerlere ve diğer bitki maddelerine redüksiyomunda kullanılan ışık enerjisini emmektir (absorblamaktır).
Klorofiller fotosentez olayında, karbondioksidin şekerlere ve diğer bitki maddelerine redüksiyomunda kullanılan ışık enerjisini emmektir (absorblamaktır).
Hücre zarının görevleri
Hücre zarı, oldukça karmaşık ve devingen yapısıyla, hücre canlılığının çok önemli bir bileşenidir. Hücre canlılığının ve özgün hücre işlevlerinin sürekliliğini mümkün kılan çok önemli bazı fonksiyonları yerine getirir ki, bunları şöyle sıralamak mümkündür:
* Hücre içi ortamın özgün bileşimini hücre dışı ortamdan ayırmak,
* Hücre içi ile hücre dışı ortamlar arasında seçici bir şekilde madde alışverişini sağlayarak hücrenin atıklarını hücre dışı ortama vermek, hücre dışından hücreye gerekli maddeleri almak ve hücre içi ortamın özgün yapısını korumaya yardımcı olmak,
* Komşu hücrelerle iletişimi ve madde alışverişini sağlamak,
* Hücreyi dış ortamdan ayırır.
* Hücreye şekil verir.
* Madde giriş-çıkşını düzenler.
* Canlı yapıdadır.
* Kalınlığı 6-10 nm'dir.
* Protein, yağ ve karbonhidratlardan oluşur.
* Aktif taşıma olayını düzenler.
* Hücrenin beslenmesine yardımcı olur.
* Komşu ve yabancı hücreyi bulur.
* Hücreyi alınacak hormonları tanır.
* Hücrenin yıpranan kısmını onarır.
* Metabolizma atıklarının dışarı atılmasını sağlayarak iç ortamı düzenler.
* Prokaryot hücreye sahip canlılarda zardaki solunum enzimleri sayesinde enerji üretimi sağlanır.
* Hücre içi ortamın özgün bileşimini hücre dışı ortamdan ayırmak,
* Hücre içi ile hücre dışı ortamlar arasında seçici bir şekilde madde alışverişini sağlayarak hücrenin atıklarını hücre dışı ortama vermek, hücre dışından hücreye gerekli maddeleri almak ve hücre içi ortamın özgün yapısını korumaya yardımcı olmak,
* Komşu hücrelerle iletişimi ve madde alışverişini sağlamak,
* Hücreyi dış ortamdan ayırır.
* Hücreye şekil verir.
* Madde giriş-çıkşını düzenler.
* Canlı yapıdadır.
* Kalınlığı 6-10 nm'dir.
* Protein, yağ ve karbonhidratlardan oluşur.
* Aktif taşıma olayını düzenler.
* Hücrenin beslenmesine yardımcı olur.
* Komşu ve yabancı hücreyi bulur.
* Hücreyi alınacak hormonları tanır.
* Hücrenin yıpranan kısmını onarır.
* Metabolizma atıklarının dışarı atılmasını sağlayarak iç ortamı düzenler.
* Prokaryot hücreye sahip canlılarda zardaki solunum enzimleri sayesinde enerji üretimi sağlanır.
Hücre zarının moleküler yapısı
Hücre zarının moleküler yapısı hakkında bilgiler, kimyasal analizlerden, yaşayan hücrelerin yüzey gerilimi, elektrik ve geçirgenlik özellikleri gibi farklı fizikokimyasal özelliklerinden, antijenik özelliklerinden, polarizasyon, X-ışını difraksiyonu ve elektron mikroskobu gözlemlerinden elde edilmiştir.
Elektron mikroskobuyla yapılan çalışmalarda, hücre zarlarının ortada açık renk bir tabakayla ayrılan iki koyu tabaka olmak üzere üç tabakalı bir yapı olduğu gösterilmiştir. Bu yapı, Danielli-Davson ve Robertson tarafından bildirilen modellere uygundur. Bu modelde, fosfolipit tabakalarının hidrofilik başları zarın yüzeyine doğru, hidrofobik kuyrukları ise, içe doğru sıralanır, proteinler zarın hem iç, hem dış yüzeyinde mozaik şekilde dağılırlar ve devamlı bir tabaka meydana getirmezler. Akışkan zar modelinde zar hareketsiz değildir, birbirine zayıf bağlarla bağlı olan bireysel lipit molekülleri lateral olarak hareket edebilirler. Buna göre, herhangi bir molekül belli bir zamanda belli bir pozisyonda bulunurken, birkaç saat sonra tamamen farklı bir pozisyonda bulunabilir. Lipitlerin hareketi en fazla kolesterol içermeyen zarlarda görülür. Proteinler de belli sınırlar içinde lateral olarak hareket edebilirler. Fakat proteinlerin hareketi lipitlerinkinden daha azdır. Lipit yapraklarını baştan başa kat eden, iki yüze de açılan zar proteinleri şekillerine göre kabaca ikiye ayrılır. Bunlar; çubuk şeklinde ve küre şeklinde zar proteinleridir. Bu proteinler hücre dışı moleküller olarak reseptör görevinde ve bağışıklık sisteminde yabancı maddeleri tanımada rol oynarlar.
Hücre zarında bulunan zar proteinleri; yağ tabakasının her iki yüzünde olan ekstrinsik proteinler, yağ tabakasının içine gömülmüş olanlar ise; intrinsik proteinler olarak bilinir. İntrinsik proteinler, karanlıkta 1/3'ü oranında, aydınlıkta ise, ½'si oranında zar içine gömülüdür. Ekstrinsik proteinler sulu ortamla temas halinde bulundukları için, hidrofilik aminoasitleri, intrinsik proteinler ise bir tarafları yağ tabakasına gömülü olduğu için bu kısımlarına hidrofobik aminoasitleri, sulu ortamla temas halinde olan diğer taraflarında ise, hidrofilik aminoasitleri taşırlar.
Hücre zarında, çekirdek zarında bulunan porlar bulunmaz. Hücreye giren besinleri ve hücreden çıkan atık maddeleri; zar geçirgenliği, üç tabakalı moleküler diziliş ve özellikle proteinden oluşmuş almaçlar (reseptör) ile elektriksel yükün de önemi olduğu düşünülmektedir. Bir hücre zarından zardan her türlü madde geçebiliyorsa bunlara geçirgen (permeabl), hiçbir maddeyi geçirmiyorsa geçirgen olmayan (impermeabl) ya da geçirimsiz, bazılarını geçiriyor ve bazılarını geçirmiyorsa da seçici geçirgen (semipermeabl) hücre zarı denir.
Tekhücreli bir canlıdaki hücre zarında bir yara oluşursa, bu yara yeni bir zarla hemen kapatılır, bu yeni zara plazmalemma denir.
Yan yana duran iki hücrenin sitoplazma zarları arasında 150-200 Å (angstrom) genişliğinde hücrelerarası bir alan vardır. Bu alan, hücreleri birbirine yapıştıran bir madde ile doludur. Hücre zarı girintili çıkıntılıdır. Bu yapı hücreler arasında adezyonu ve aynı zamanda hücreler arasındaki dokunma yüzeyini artırır.
Plazma zarının sitoplazmaya bakan yüzünde zar elemanları bulundukları noktalara demirleyen sitoiskelet elemanları yer alır. Sitoiskeleti oluşturan elemanlar şunlardır:
* Mikrofilamenteler
* Kalın filamentler
* Mikrotübüller
Mikrofilamentler ve mikrotübüller reseptörlerin kontrolünde iş görürler. Mikrofilamentler kasılarak reseptörlerin hareketini idare ederler. Mikrotübüller ise, demirleme elemanlarıdır. Reseptörleri tutarlar veya serbest bırakırlar.
Elektron mikroskobuyla yapılan çalışmalarda, hücre zarlarının ortada açık renk bir tabakayla ayrılan iki koyu tabaka olmak üzere üç tabakalı bir yapı olduğu gösterilmiştir. Bu yapı, Danielli-Davson ve Robertson tarafından bildirilen modellere uygundur. Bu modelde, fosfolipit tabakalarının hidrofilik başları zarın yüzeyine doğru, hidrofobik kuyrukları ise, içe doğru sıralanır, proteinler zarın hem iç, hem dış yüzeyinde mozaik şekilde dağılırlar ve devamlı bir tabaka meydana getirmezler. Akışkan zar modelinde zar hareketsiz değildir, birbirine zayıf bağlarla bağlı olan bireysel lipit molekülleri lateral olarak hareket edebilirler. Buna göre, herhangi bir molekül belli bir zamanda belli bir pozisyonda bulunurken, birkaç saat sonra tamamen farklı bir pozisyonda bulunabilir. Lipitlerin hareketi en fazla kolesterol içermeyen zarlarda görülür. Proteinler de belli sınırlar içinde lateral olarak hareket edebilirler. Fakat proteinlerin hareketi lipitlerinkinden daha azdır. Lipit yapraklarını baştan başa kat eden, iki yüze de açılan zar proteinleri şekillerine göre kabaca ikiye ayrılır. Bunlar; çubuk şeklinde ve küre şeklinde zar proteinleridir. Bu proteinler hücre dışı moleküller olarak reseptör görevinde ve bağışıklık sisteminde yabancı maddeleri tanımada rol oynarlar.
Hücre zarında bulunan zar proteinleri; yağ tabakasının her iki yüzünde olan ekstrinsik proteinler, yağ tabakasının içine gömülmüş olanlar ise; intrinsik proteinler olarak bilinir. İntrinsik proteinler, karanlıkta 1/3'ü oranında, aydınlıkta ise, ½'si oranında zar içine gömülüdür. Ekstrinsik proteinler sulu ortamla temas halinde bulundukları için, hidrofilik aminoasitleri, intrinsik proteinler ise bir tarafları yağ tabakasına gömülü olduğu için bu kısımlarına hidrofobik aminoasitleri, sulu ortamla temas halinde olan diğer taraflarında ise, hidrofilik aminoasitleri taşırlar.
Hücre zarında, çekirdek zarında bulunan porlar bulunmaz. Hücreye giren besinleri ve hücreden çıkan atık maddeleri; zar geçirgenliği, üç tabakalı moleküler diziliş ve özellikle proteinden oluşmuş almaçlar (reseptör) ile elektriksel yükün de önemi olduğu düşünülmektedir. Bir hücre zarından zardan her türlü madde geçebiliyorsa bunlara geçirgen (permeabl), hiçbir maddeyi geçirmiyorsa geçirgen olmayan (impermeabl) ya da geçirimsiz, bazılarını geçiriyor ve bazılarını geçirmiyorsa da seçici geçirgen (semipermeabl) hücre zarı denir.
Tekhücreli bir canlıdaki hücre zarında bir yara oluşursa, bu yara yeni bir zarla hemen kapatılır, bu yeni zara plazmalemma denir.
Yan yana duran iki hücrenin sitoplazma zarları arasında 150-200 Å (angstrom) genişliğinde hücrelerarası bir alan vardır. Bu alan, hücreleri birbirine yapıştıran bir madde ile doludur. Hücre zarı girintili çıkıntılıdır. Bu yapı hücreler arasında adezyonu ve aynı zamanda hücreler arasındaki dokunma yüzeyini artırır.
Plazma zarının sitoplazmaya bakan yüzünde zar elemanları bulundukları noktalara demirleyen sitoiskelet elemanları yer alır. Sitoiskeleti oluşturan elemanlar şunlardır:
* Mikrofilamenteler
* Kalın filamentler
* Mikrotübüller
Mikrofilamentler ve mikrotübüller reseptörlerin kontrolünde iş görürler. Mikrofilamentler kasılarak reseptörlerin hareketini idare ederler. Mikrotübüller ise, demirleme elemanlarıdır. Reseptörleri tutarlar veya serbest bırakırlar.
Hücre zarı
Hücre zarı ya da hücre membranı, hücrenin dış kısmında bulunan, molekülleri özelliklerine göre hücre içine alan veya dışarı bırakan katmandır.
Hücre zarını ayırarak doğrudan analizlerden önce hücre zarının moleküler yapısı hakkındaki kuramlar, dolaylı kanıtlara dayanır. Yağda eriyen maddeler hücre zarından kolayca geçebildiği için, Overton (1902), hücre zarının ince bir lipit tabakasından yapıldığını ileri sürmüştür. Gorter ve Grendel (1902), hücre zarının iki lipit molekülü kalınlığında bir tabaka (bilayer) olduğunu ileri sürmüşlerdir. Geçirgenlik, yüzey gerilimi elektrik ve kimyasal özelliklerini göz önünde bulundurarak, Danielli ve Davson 1935'de hücre zarının simetrik zar modelini teklif etmişlerdir. Bu modele göre, zarın yapısında tek tabakalı iki protein yaprağı arasında lipit molekülleri vardır. Lipit moleküllerinin polar uçları (hidrofilik kısımları) dışa doğrudur ve protein tabakalarıyla örtülüdür. Moleküler yapıyla ilgili ikinci model, Robertson (1959) tarafından teklif edilen asimetrik zar modelidir. Asimetrik zar modelinde, ortada iki molekül kalınlığında lipit tabakası, iki tarafında da tek molekül kalınlığında protein tabakası vardır. İki model de birbirine benzemekle, arasındaki fark; birinci simetrik modelde ortadaki lipit molekül sırasının veya tabakasının kalınlığı belli değildir. Yani, iki veya daha fazla lipit molekül sırasının bulunup bulunmadığını gösteren hiçbir kanıt yoktur. Oysa, asimetrik modelde ortadaki lipit moleküllerinin sayısı sadece ikidir. İki model arasında ikinci önemli fark, lipit tabakasının iki yanındaki protein tabakalarının simetrik modele simetrik, asimetrik modele ise, kendisine eklenen yeni elementlerden dolayı sitoplazma tarafındaki protein tabakasının dıştaki protein tabakasından belli kimyasal farklar göstermesi, yani asimetrik oluşudur. Daha sonraları ortaya çıkan teori ise, Danielli-Davson'un modelidir. Danielli-Davson'a göre, lipit moleküllerinin polar, hidrofilik uçlarının koyu bölgeleri şekillendirdiği, polar olmayan, hidrofobik yağ asidi zincirlerinin açık renk bölgeleri şekillendirdiği düşünülmektedir. Bu modellerde hücre zarı, fosfolipit elementlerin kimyasal özelliğinden dolayı iki tabakalı görülür. Bu üç tabakalı yapı, plazma zarı dışında hücrenin sitoplazmada bulunan tüm zarlı yapılarında da görülmektedir. Danielli-Davson ve Robertson modelleri, hücre zarının elektriksel ve pasif geçirgenlik özelliklerini açıklamak yeterlidir. Bununla beraber, zardaki protein elemanlarının aktif taşınmayı nasıl gerçekleştirdiğini anlamak bu modelle zordur. Danielli ve Davson modelinin, hücre zarının işleyişini tam olarak ortaya koyamamasından dolayı, yeni hücre zarı modelleri geliştirilmiştir. 1972 yılında Singer ve Nicolson tarafından hücre zarının tüm özelliklerin açıklayan bir model ileri sürülmüştür. Böylece, mozaik zar modeli ya da akışkan-mozaik zar modeli 1966 yılında Singer ve Lenard tarafından ortaya atılmasına rağmen, 1972'de yayınlanmıştır. Bu modelde fosfolipit tabakaları daha önceki modellerdekine benzer şekilde hidrofilik başları zarın yüzeyine doğru, hidrofobik kuyrukları ise, içe doğru sıralanır. Asıl farklılık proteinlerin dizilişinde görürlür. Bu modelde proteinler zarın hem iç, hem dış yüzeyinde mozaik şekilde dağılırlar ve devamlı bir tabaka meydana getirmezler. Hücre zarında bulunan zar proteinleri; bu modelde yağ tabakasının her iki yüzünde olan ekstrinsik proteinler, yağ tabakasının içine gömülmüş olanlar ise; intrinsik proteinler olarak kabul edilmiştir. Bir lipit denizinde yüzen, protein ve glikoproteinlerden yapılmış, almaç denilen özel bölgelerle dışarıya açılan bir model olarak mozaik zar modeli günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.
Hücre zarını ayırarak doğrudan analizlerden önce hücre zarının moleküler yapısı hakkındaki kuramlar, dolaylı kanıtlara dayanır. Yağda eriyen maddeler hücre zarından kolayca geçebildiği için, Overton (1902), hücre zarının ince bir lipit tabakasından yapıldığını ileri sürmüştür. Gorter ve Grendel (1902), hücre zarının iki lipit molekülü kalınlığında bir tabaka (bilayer) olduğunu ileri sürmüşlerdir. Geçirgenlik, yüzey gerilimi elektrik ve kimyasal özelliklerini göz önünde bulundurarak, Danielli ve Davson 1935'de hücre zarının simetrik zar modelini teklif etmişlerdir. Bu modele göre, zarın yapısında tek tabakalı iki protein yaprağı arasında lipit molekülleri vardır. Lipit moleküllerinin polar uçları (hidrofilik kısımları) dışa doğrudur ve protein tabakalarıyla örtülüdür. Moleküler yapıyla ilgili ikinci model, Robertson (1959) tarafından teklif edilen asimetrik zar modelidir. Asimetrik zar modelinde, ortada iki molekül kalınlığında lipit tabakası, iki tarafında da tek molekül kalınlığında protein tabakası vardır. İki model de birbirine benzemekle, arasındaki fark; birinci simetrik modelde ortadaki lipit molekül sırasının veya tabakasının kalınlığı belli değildir. Yani, iki veya daha fazla lipit molekül sırasının bulunup bulunmadığını gösteren hiçbir kanıt yoktur. Oysa, asimetrik modelde ortadaki lipit moleküllerinin sayısı sadece ikidir. İki model arasında ikinci önemli fark, lipit tabakasının iki yanındaki protein tabakalarının simetrik modele simetrik, asimetrik modele ise, kendisine eklenen yeni elementlerden dolayı sitoplazma tarafındaki protein tabakasının dıştaki protein tabakasından belli kimyasal farklar göstermesi, yani asimetrik oluşudur. Daha sonraları ortaya çıkan teori ise, Danielli-Davson'un modelidir. Danielli-Davson'a göre, lipit moleküllerinin polar, hidrofilik uçlarının koyu bölgeleri şekillendirdiği, polar olmayan, hidrofobik yağ asidi zincirlerinin açık renk bölgeleri şekillendirdiği düşünülmektedir. Bu modellerde hücre zarı, fosfolipit elementlerin kimyasal özelliğinden dolayı iki tabakalı görülür. Bu üç tabakalı yapı, plazma zarı dışında hücrenin sitoplazmada bulunan tüm zarlı yapılarında da görülmektedir. Danielli-Davson ve Robertson modelleri, hücre zarının elektriksel ve pasif geçirgenlik özelliklerini açıklamak yeterlidir. Bununla beraber, zardaki protein elemanlarının aktif taşınmayı nasıl gerçekleştirdiğini anlamak bu modelle zordur. Danielli ve Davson modelinin, hücre zarının işleyişini tam olarak ortaya koyamamasından dolayı, yeni hücre zarı modelleri geliştirilmiştir. 1972 yılında Singer ve Nicolson tarafından hücre zarının tüm özelliklerin açıklayan bir model ileri sürülmüştür. Böylece, mozaik zar modeli ya da akışkan-mozaik zar modeli 1966 yılında Singer ve Lenard tarafından ortaya atılmasına rağmen, 1972'de yayınlanmıştır. Bu modelde fosfolipit tabakaları daha önceki modellerdekine benzer şekilde hidrofilik başları zarın yüzeyine doğru, hidrofobik kuyrukları ise, içe doğru sıralanır. Asıl farklılık proteinlerin dizilişinde görürlür. Bu modelde proteinler zarın hem iç, hem dış yüzeyinde mozaik şekilde dağılırlar ve devamlı bir tabaka meydana getirmezler. Hücre zarında bulunan zar proteinleri; bu modelde yağ tabakasının her iki yüzünde olan ekstrinsik proteinler, yağ tabakasının içine gömülmüş olanlar ise; intrinsik proteinler olarak kabul edilmiştir. Bir lipit denizinde yüzen, protein ve glikoproteinlerden yapılmış, almaç denilen özel bölgelerle dışarıya açılan bir model olarak mozaik zar modeli günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.
Stoma
açılıp kapanma özellikleri ile bitkideki terlemeyi ve gaz değişimini kontrol eden canlı yapılardır. Terimin tekili stoma, epidermislerinde karşılıkla olarak bulunur.
Stomalar,epidermisin farklılaşması ile oluşur.Anatomik olarak iç yüzeyindeki zar kalın,dış yüzeyindeki zar ise incedir.Bu incelik kalınlık,stomalara açılıp kapanma özelliği kazandırmışırdır.
Stoma hücrelerinin yapısında diğer epidermis hücrelerinden farklı olarak kloroplast bulunur. Su içi bitkilerinde stoma yoktur. Kara bitkilerinde stomalar, yaprağın alt yüzeyinde, nilüfer gibi bitkilerde yaprağın üst yüzeyinde bulunurlar. Bitkinin yaşadığı yerin kuraklık derecesi arttıkça stoma sayısı azalır.
Stomalar,epidermisin farklılaşması ile oluşur.Anatomik olarak iç yüzeyindeki zar kalın,dış yüzeyindeki zar ise incedir.Bu incelik kalınlık,stomalara açılıp kapanma özelliği kazandırmışırdır.
Stoma hücrelerinin yapısında diğer epidermis hücrelerinden farklı olarak kloroplast bulunur. Su içi bitkilerinde stoma yoktur. Kara bitkilerinde stomalar, yaprağın alt yüzeyinde, nilüfer gibi bitkilerde yaprağın üst yüzeyinde bulunurlar. Bitkinin yaşadığı yerin kuraklık derecesi arttıkça stoma sayısı azalır.
Gövde
ağacın dallarını taşıyan ve kök tarafından desteklenen ana eksenine verilen ad.[1] Gövdeyi kabuk kaplar ve dış etkilerden korur.[2] Kabuk, ağaçları ayırdetmede de önemlidir ve şekli çoğu zaman türden türe aşağıdan yukarıya doğru değişir. Gövde, ağacın kereste üretimi için en önemli bölümüdür. Gövdelere "gerçek" odunsu bitkilerde olduğu gibi palmiye v.b. odunsu olmayan bir çeneklilerde de görülse de iç fizyolojileri farklı olur. Bütün bitkilerde gövdeler zamanla kalınlaşır.
Gövdeler güneş yanığı gibi hasar alabilir.
Gövdeler güneş yanığı gibi hasar alabilir.
kök
kara hayatına uymuş olan gelişmiş bitkilerde, genel olarak toprak içerisine doğru büyüyen ama nadiren toprak üstünde de bulunan bir organdır.
Görevi, bitkiyi toprağa bağlamak, topraktan su ve su içerisinde erimiş halde bulunan tuzları (inorganik maddeleri) emerek gövdeye iletmektir. Kökler, besin maddeleri biriktirmek suretiyle depo organı vazifesini de görürler. Her ne kadar kök toprak içerisinde bulunuyorsa da, bazı bitkilerin kökleri hava veya su içinde de gelişebilir. Havada gelişen köklere hava kökleri, suda gelişen köklere su kökleri denir. Karayosunları ve eğreltiler gibi ilkel bitkilerde gerçek kök olmayıp, köksü (rizoid) uzantılar vardır.
Genel olarak dış görünüşü bakımından kökün gövdeden farkı, yaprak taşıyan düğümlere (nod) ve düğümler arasına (internod) sahib olmaması ve kloroplast ihtiva etmemesinden dolayı yeşil renkli görünmemesidir. Toprak altında bulunan kök ve yan köklerden ibaret kök sisteminin yüzeyi, toprak üstündeki gövde ve yan dalların yüzey toplamına eşit veya daha fazladır.
Çimlenmekte olan tohumdan süren genç kök, embriyonun radikula (kökü verecek meristem bölgesi) kısmının gelişmesiyle meydana gelir. Genç bir kökte şu kısımlar ayırt edilir. En uç kısmında sarımsı veya kahverengimsi konik şeklinde kaliptra (yüksük) bölgesi, yukarıya doğru 1-2 mm uzunlukta uç meristem bölgesi, daha üstte uzama bölgesi, sonra kök tüylerinin bulunduğu kök tüyü bölgesi gelir. Kök tüylerinin bulunduğu bölgenin üstünde kök tüylerinin düşmesiyle koruma ödevini yapmak üzere meydana gelmiş koyu renkli mantarlaşmış koruyucu doku bölgesi bulunur. Suda çimlendirilen bir kısım tohumlar kök tüyleri bulundurmayabilirler. Kök tüyleri toprakta bulunan su ve tuzların emilmesine yardımcı olurlar. Kökler; ana kök, yan kök ve ek kök gibi çeşitlere ayrılırlar. Tohumun çimlenip, radikulanın gelişmesiyle meydana gelen köke, ana kök denir. Ana kökten belli bir açı teşkil edecek tarzda çıkan köklere yan kök denir. Yan kökler de dallanarak üçüncü-dördüncü ve daha fazla dereceden yan köklere ayrılabilir. Bazı bitkilerde ana kökün yerini, ömürleri bitkinin ömrü kadar uzun olmayan kökler alabilir. Bu köklere ek kökleri adı verilir. Ek kökler, vazife ve yapıları bakımından ana köklere benzerlerse de kökten başka bir organdan meydana gelirler. Soğanlı bitkilerde görülen kökler ek köklere örnek gösterilebilir. Bazı yapraklardan meydana gelen köklerle, eşeysiz üreme yoluyla bitkilerin çoğaltılmasında kullanılan dal çeliklerinin verdikleri kökler de ek köklere örnek gösterilebilir.
Kökler de temel vazifelerinden başka vazifeleri görmek üzere değişikliğe uğrayabilirler. Bazı baklagillerdeki yumru kökler, bitkiyi daha fazla derine çekerek daha sıkı tesbit eden çekme kökleri, savunma vazifesini görmek üzere diken şeklini almış kökler, parazit bitkilerin üzerinde yaşadıkları bitkinin besin maddelerini emmek için bitkinin dokusuna gönderdikleri sömürme kökleri (havstoryum), hava içerisinde gelişen hava kökleri, su içerisinde gelişen su kökleri değişikliğe uğramış kök çeşitlerine örnek olarak gösterilebilir.
Kökün iç yapısına kısaca bakarsak, gövdeden pek farklılık göstermez. Kökün genç bölgesinden enine kesit alınacak olursa dıştan içeri doğru koruyucu doku (epiderma veya eksoderma), kabuk (korteks) ve merkezi silindir (iletim elementlerinin bulunduğu orta kısım)den meydana geldiği görülür.
Görevi, bitkiyi toprağa bağlamak, topraktan su ve su içerisinde erimiş halde bulunan tuzları (inorganik maddeleri) emerek gövdeye iletmektir. Kökler, besin maddeleri biriktirmek suretiyle depo organı vazifesini de görürler. Her ne kadar kök toprak içerisinde bulunuyorsa da, bazı bitkilerin kökleri hava veya su içinde de gelişebilir. Havada gelişen köklere hava kökleri, suda gelişen köklere su kökleri denir. Karayosunları ve eğreltiler gibi ilkel bitkilerde gerçek kök olmayıp, köksü (rizoid) uzantılar vardır.
Genel olarak dış görünüşü bakımından kökün gövdeden farkı, yaprak taşıyan düğümlere (nod) ve düğümler arasına (internod) sahib olmaması ve kloroplast ihtiva etmemesinden dolayı yeşil renkli görünmemesidir. Toprak altında bulunan kök ve yan köklerden ibaret kök sisteminin yüzeyi, toprak üstündeki gövde ve yan dalların yüzey toplamına eşit veya daha fazladır.
Çimlenmekte olan tohumdan süren genç kök, embriyonun radikula (kökü verecek meristem bölgesi) kısmının gelişmesiyle meydana gelir. Genç bir kökte şu kısımlar ayırt edilir. En uç kısmında sarımsı veya kahverengimsi konik şeklinde kaliptra (yüksük) bölgesi, yukarıya doğru 1-2 mm uzunlukta uç meristem bölgesi, daha üstte uzama bölgesi, sonra kök tüylerinin bulunduğu kök tüyü bölgesi gelir. Kök tüylerinin bulunduğu bölgenin üstünde kök tüylerinin düşmesiyle koruma ödevini yapmak üzere meydana gelmiş koyu renkli mantarlaşmış koruyucu doku bölgesi bulunur. Suda çimlendirilen bir kısım tohumlar kök tüyleri bulundurmayabilirler. Kök tüyleri toprakta bulunan su ve tuzların emilmesine yardımcı olurlar. Kökler; ana kök, yan kök ve ek kök gibi çeşitlere ayrılırlar. Tohumun çimlenip, radikulanın gelişmesiyle meydana gelen köke, ana kök denir. Ana kökten belli bir açı teşkil edecek tarzda çıkan köklere yan kök denir. Yan kökler de dallanarak üçüncü-dördüncü ve daha fazla dereceden yan köklere ayrılabilir. Bazı bitkilerde ana kökün yerini, ömürleri bitkinin ömrü kadar uzun olmayan kökler alabilir. Bu köklere ek kökleri adı verilir. Ek kökler, vazife ve yapıları bakımından ana köklere benzerlerse de kökten başka bir organdan meydana gelirler. Soğanlı bitkilerde görülen kökler ek köklere örnek gösterilebilir. Bazı yapraklardan meydana gelen köklerle, eşeysiz üreme yoluyla bitkilerin çoğaltılmasında kullanılan dal çeliklerinin verdikleri kökler de ek köklere örnek gösterilebilir.
Kökler de temel vazifelerinden başka vazifeleri görmek üzere değişikliğe uğrayabilirler. Bazı baklagillerdeki yumru kökler, bitkiyi daha fazla derine çekerek daha sıkı tesbit eden çekme kökleri, savunma vazifesini görmek üzere diken şeklini almış kökler, parazit bitkilerin üzerinde yaşadıkları bitkinin besin maddelerini emmek için bitkinin dokusuna gönderdikleri sömürme kökleri (havstoryum), hava içerisinde gelişen hava kökleri, su içerisinde gelişen su kökleri değişikliğe uğramış kök çeşitlerine örnek olarak gösterilebilir.
Kökün iç yapısına kısaca bakarsak, gövdeden pek farklılık göstermez. Kökün genç bölgesinden enine kesit alınacak olursa dıştan içeri doğru koruyucu doku (epiderma veya eksoderma), kabuk (korteks) ve merkezi silindir (iletim elementlerinin bulunduğu orta kısım)den meydana geldiği görülür.
Yaprağın anatomik yapısı
Yapraklar tipik olarak üç ana dokudan oluşur: Üstderi (epidermis), mezofil ve iletimdoku.
Yaprağın hem alt hem de üst yüzeyini kaplayan üstderi (epidermis) tek sıralı bir hücre katmanı halindeki koruyucu bir dokudur. Üstderi hücrelerin dış çeperleri kütikula denen ince, mumsu bir maddeyle örtülüdür. Mumsu kütikula su geçirmezdir, böylece yaprak yüzeyinden olacak su kaybını minimum seviyeye indirir. Kütikula, yaprağın üst yüzeyinde genelde daha kalındır, bu nedenle yaprakların üst yüzeyi alt yüzeyine oranla daha parlak gözükür. Üstderi hücreleri arasında yaprağın atmosferle gaz alışverişini sağlayan gözenekler bulunur. Bu gözeneklere stoma adı verilir. Karbondioksit ile oksijen'in bitkiye girişini sağlarken, su buharının da dışarı atılmasını sağlar. Her stoma bir çift kilit hücreyle çevrilmiştir ki bunlar bitkideki su basıncına göre stomanın (aralığın-gözeneğin) büyüklüğünü ayarlarlar. Güneş ışığına daha çok maruz kalan üst yüzeyden su kaybının önlenmesi için yaprağın üst yüzeyinde alt yüzeyine oranla çok daha az stoma (gözenek) bulunur.
Yaprağın iç katmanı olan mezofil bölümü klorofilce zengin, sık hücre dizileri halindeki palizat özekdokusu ile hücreleri arasında geniş boşluklar bulunan sünger özekdokusunu kapsar. Üst yüzeye, böylece de ışığa, daha yakında bulunan palizat özekdoku hücreleri bulundurdukları yoğun klorofil oranı ile fotosentezin en yoğun yer aldığı hücrelerdir. Sünger özekdoku ise bulundurduğu geniş boşluklar ile gaz alış verişinde büyük bir rol oynar. Aralarında bulunan bu hava boşlukları mezofil katmanı ile yaprağın alt yüzeyindeki gözenekler (stomata) arasında gaz alış verişinin verimli olması için bir bağlantı oluşturur.
İletim dokularda (vasküler sistem, vasküler doku) damarları oluşturur. Bitki içindeki madde alış verişinde görev alan doku çeşididir. Ksilem (odun borusu) ve floem (soymuk borusu) diye ikiye ayrılır. Ksilem inorganik maddelerin (su ve mineraller gibi) iletimini sağlarken, floem organik maddelerin (fotosentez sonucu oluşan besin maddeleri gibi) iletimini sağlar. Ksilem cansız hücrelerden oluşurken, floem canlı hücrelerden oluşur.
Yaprak türleri
Genel olarak yaprak geniş, yassı, yeşildir. Aya, sap, taban'dan oluşan 3 kısımdır. Aya, yüzeydir ve iğne, ipliksi, eliptik, yumurtamsı, böbreksi şekillerde olur, kenarları düz, kenarlı, dişli, testereli, loplu, dalgalıdır. Ortasında bir anadamar ve buna bağlı yandamarlar vardır. Çıplak veya tüylüdür. Sap, ayayı sürgüne bağlar. Kısa, ince, kalın, uzun, tüylü, kaşeli olur. Sapsız yaprak da vardır. Taban, ayanın sapa bağlandığı yerdir. Simetrik veya asimetriktir. Yaprak tepesi sivri, küt, yuvarlak olur. Basit yaprak, bir sap üzerinde tek olandır. Bileşik yaprakta ise aya parçalıdır, ayrı bölümlere ayrılmıştır. Yapraklar, sürgüne bağlanma şekline göre, her noktada bir çift olarak karşılıklı, üç ve daha fazla ise çevrel, her noktada iki sıra boyunca tek olursa almaşlı denir.
- Yumurta yaprak
- Eliptik yaprak
- Yüreksi yaprak
- Elsi yaprak
- İğne yaprak
Yaprak kısımları
- Yaprak ayası (lamina): Fotosentezin, terleme ve solunumun gerçekleştiği kısımdır.
- Yaprak gövdesi(Petiyol): Madde iletimini ve yaprağın güneşlenmesini sağlar.
- Yaprak tabanı (Bazis): Yaprak sapı ve yaprak ayasını gövdeye bağlar.
Yaprak
bitkilerde fotosentez, transpirasyon ve solunumun gerçekleştiği temel organlardır. Gövde ve yan dalların üzerindeki boğumlardan çıkan ve büyümesi sınırlı olan yapılardır.
Meyve
çiçeğin dişi organının, döllenme sonucunda farklılaşıp, yumurtalığın gelişmesiyle meydana gelen ve tohumları taşıyan organa denir.
Olgunlaşma esnasında çiçeğin ovaryumundan başka, diğer kısımları genellikle dökülür ve ovaryum olgunlaşarak meyveyi teşkil eder. Ovaryumu meydana getiren karpeller (meyve yaprağı), meyve kabuğu (perikarp) haline ve ovaryum içindeki tohum taslakları da tohum haline döner. Döllenme meydana gelmeden meyve teşekkülüne partenokarpi, böyle meyvelere de partenokarp meyve denilir.
Meyveleri basit meyveler, küme (agregat) meyveler ve bileşik meyveler olmak üzere üç kısma ayırmak mümkündür. Basit meyveler bir çiçeğe ait bir tek ovaryumun gelişmesiyle meydana gelir. Agregat meyveler, bir çiçeğe ait birbirinden ayrı ovaryumlardan, mesela böğürtlen, çilek gibi; bileşik meyveler ise birden fazla çiçeğe ait ovaryumların bir bütün olarak gelişmesiyle meydana gelir, mesela dut ve incirde olduğu gibi.
Meyveyi teşkil eden meyve kabuğu (perikarp), üç kısımdan meydana gelmektedir. Dıştan içe doğru dış kabuk (ekzokarp), orta tabaka (mezokarp) ile iç kısımdır ve çoğunluk sertleşmiştir (endokarp).
Basit meyveler, kuru ve etli meyveler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Fındık, buğday, ayçiçeği, keçiboynuzu, bakla ve fasulye kuru meyvelere misal verilebilir. Etli meyveler de üzümsü (bakka) ve eriksi (drupa) olmak üzere ikiye ayrılır. Üzümsü meyvelerde dış kabuk (ekzokarp) ince ve zarımsıdır. Orta (mezokarp) ve iç (endokarp) kısım etlidir. Bu tip meyvelere üzüm, portakal, limon, kabak misal gösterilebilir. Eriksi meyvelerde ise iç kısım (endokarp) sertleşmiştir. Erik, kiraz, şeftalide olduğu gibi.
Olgunlaşma esnasında çiçeğin ovaryumundan başka, diğer kısımları genellikle dökülür ve ovaryum olgunlaşarak meyveyi teşkil eder. Ovaryumu meydana getiren karpeller (meyve yaprağı), meyve kabuğu (perikarp) haline ve ovaryum içindeki tohum taslakları da tohum haline döner. Döllenme meydana gelmeden meyve teşekkülüne partenokarpi, böyle meyvelere de partenokarp meyve denilir.
Meyveleri basit meyveler, küme (agregat) meyveler ve bileşik meyveler olmak üzere üç kısma ayırmak mümkündür. Basit meyveler bir çiçeğe ait bir tek ovaryumun gelişmesiyle meydana gelir. Agregat meyveler, bir çiçeğe ait birbirinden ayrı ovaryumlardan, mesela böğürtlen, çilek gibi; bileşik meyveler ise birden fazla çiçeğe ait ovaryumların bir bütün olarak gelişmesiyle meydana gelir, mesela dut ve incirde olduğu gibi.
Meyveyi teşkil eden meyve kabuğu (perikarp), üç kısımdan meydana gelmektedir. Dıştan içe doğru dış kabuk (ekzokarp), orta tabaka (mezokarp) ile iç kısımdır ve çoğunluk sertleşmiştir (endokarp).
Basit meyveler, kuru ve etli meyveler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Fındık, buğday, ayçiçeği, keçiboynuzu, bakla ve fasulye kuru meyvelere misal verilebilir. Etli meyveler de üzümsü (bakka) ve eriksi (drupa) olmak üzere ikiye ayrılır. Üzümsü meyvelerde dış kabuk (ekzokarp) ince ve zarımsıdır. Orta (mezokarp) ve iç (endokarp) kısım etlidir. Bu tip meyvelere üzüm, portakal, limon, kabak misal gösterilebilir. Eriksi meyvelerde ise iç kısım (endokarp) sertleşmiştir. Erik, kiraz, şeftalide olduğu gibi.
Çiçek
bitkilerde üremeyi sağlayan organları taşıyan yapı. Bir çiçek, 4 kısımdan oluşur.
çiçek Üreme organlarını dıştan sararak onları dış etkilerden korur. Doğrudan üremeye katılmadığı için 'verimsiz kısım' olarak da adlandırılır.
Dikotil bitkilerde çiçek örtüsü 2 kısımdan oluşur: Çanak yapraklar (sepal) ve taç yapraklar (petal).
Monokotil bitkilerde çiçek örtüsü 'tepal' adı verilen bir kısımdan oluşur. Taç yapraklar gösterişli, güzel kokan ve renkli olduklarından böcekleri kendilerine çeker ve bu olay sonucunda arılar veya böcekler polen depo etmiş olurlar.
çiçek Üreme organlarını dıştan sararak onları dış etkilerden korur. Doğrudan üremeye katılmadığı için 'verimsiz kısım' olarak da adlandırılır.
Dikotil bitkilerde çiçek örtüsü 2 kısımdan oluşur: Çanak yapraklar (sepal) ve taç yapraklar (petal).
Çanak yapraklar (sepal)
Çiçeğin yeşil veya kahverengi tonlarında olan küçük yapraklardır. Bu yapraklar, çiçek tomurcuk halindeyken onu dış etmenlerden korur. Ancak çiçeğin eşi uyumsuz ise çanak yaprak diye bir şey yoktur.
Taç yapraklar (petal)
Çiçeğin en gösterişli kısmıdır. Üreme organlarının dışında bulunur. Gösterişli yapısı ve renkleriyle birçok canlıyı cezbederek tozlaşmada önemli bir role sahiptir. Ayrıca hücresindeki golgi aygıtı adlı organel sayesinde güzel koku salgılar. İçindeki kromoplast organeli ise yeşil hariç diğer renkleri salgılar. Bu da tozlaşmada önemli rol oynar.
Monokotil bitkilerde çiçek örtüsü 'tepal' adı verilen bir kısımdan oluşur. Taç yapraklar gösterişli, güzel kokan ve renkli olduklarından böcekleri kendilerine çeker ve bu olay sonucunda arılar veya böcekler polen depo etmiş olurlar.
Eğrelti otu türleri
En yaygın türlerinden birisi Ekvatordan Kuzey Amerika'ya, Amerika'dan Yeni Zelanda'ya kadar her koşulda yaşayıp üreyebilen kartal eğreltisidir.
Kartal eğreltisinden sonra en yaygın görüleni erkek eğrelti (Dryopteris filix-mas) ile dişi eğreltidir (Athyrium filix-femina).
Eğrelti otlarının birçok türü peyzaj işlerinde süs bitkisi olarak üretilmektedir.
Eğrelti otu genelde nemli ve karanlık yerlerde yetişir.İlk başta yapraklar kıvrılır,sonradan bitki büyüdükçe düzleşir. Her yaprağın yanında üreme torbaları bulunur. Eğrelti otları spor ile çoğalırlar. Kral eğrelti otu ağacı 24 metreye kadar büyüyebilir. Bu ağaçların yapraklarını taşıyan dalsız gövdeleri vardır . Diğer adı aşk merdivenidir
Eğrelti otu
parça yapraklarıyla bilinen çiçeksiz bitkilerdir. En tanınmış örneği kartal eğreltisidir
İlk varoluşları günümüzden 300 milyon yıl öncesine dayanır. Devoniyen Dönemi'nde karada hiçbir hayvanın yaşamadığı dönemlerde belirmiştir. 250 milyon yıl önceki Karbonifer Dönemi'nde yeryüzündeki karaların hemen hemen tamamı eğreltiotu ormanları ile kaplıydı. Bu yüzden bu döneme eğrelti otu dönemi denir. Dünyadaki kömür yataklarının temelleri bu dönemdeki eğreltiotlarına dayanır. O dönemde yaşayan eğrelti otlarının çoğunun soyu tükenmiştir fakat bazıları soyununu günümüze kadar sürdürmeyi devam ettirmiştir.
Eğreltiler dönemi
İlk varoluşları günümüzden 300 milyon yıl öncesine dayanır. Devoniyen Dönemi'nde karada hiçbir hayvanın yaşamadığı dönemlerde belirmiştir. 250 milyon yıl önceki Karbonifer Dönemi'nde yeryüzündeki karaların hemen hemen tamamı eğreltiotu ormanları ile kaplıydı. Bu yüzden bu döneme eğrelti otu dönemi denir. Dünyadaki kömür yataklarının temelleri bu dönemdeki eğreltiotlarına dayanır. O dönemde yaşayan eğrelti otlarının çoğunun soyu tükenmiştir fakat bazıları soyununu günümüze kadar sürdürmeyi devam ettirmiştir.
Nemli ve keskin güneş ışıklarından korunacak kadar gölgeli yerlerde üreyebilirler. Bazıları yosuna benzer biçimde miniktir. Tropik bölgede yetişenleri ise 25 m. uzunluğa varabilecek kadar büyük olabilmektedir.
Eğrelti otları damarlı bitkilerdir. Suyu köklerinden alıp, damarları ile yapraklarına kadar ulaştırabilirler. Türlerin çoğu toprakta yetişir. Yalnız Platycerium cinsinden geyik boynuzu gibi bazı eğreltiler başka bitkilerin üzerinde yaşayabilir.
Kara yosunları
Kara yosunları (Bryophyta), ciğer otları, boynuz otları ve yapraklı kara yosunlarını kapsayan bitkiler bölümü.
"Bryopsida" tek sınıfını kapsar. Sistematikdeki yeri değişkenlik gösteren bir gruptur.
Çok hücreli, fotosentetik bitkilerdir. Kara yosunlarının iletim sistemleri ve gerçek kök, yaprak ve gövdeleri yoktur. Çoğu yapraklı olan küçük yapılı türler içerirler. Kök yerine bir ya da çok hücreden oluşan rizoidler (köksü yapılar) bulunur.
Kara yosunlarında sporofit ve gametofit evre olmak üzere 2 farklı yaşam evresi vardır.
Gametofit evrede bitki tamamen ince ve yumuşak yapraksı formda ve bir sapa bağlı olup, birkaç hücre kalınlığında olan yapraklar orta ana damar genellikle içermez. Döl almaşıyla eşeyli ürerler. Fotosentezin büyük bir kısmını gametofit nesil gerçekleştirir. Fotosentez sonucu oluşan besinlerini depolayan bitkilerdendirler. Yaklaşık 16.000 türü bilinmektedir.
"Bryopsida" tek sınıfını kapsar. Sistematikdeki yeri değişkenlik gösteren bir gruptur.
Çok hücreli, fotosentetik bitkilerdir. Kara yosunlarının iletim sistemleri ve gerçek kök, yaprak ve gövdeleri yoktur. Çoğu yapraklı olan küçük yapılı türler içerirler. Kök yerine bir ya da çok hücreden oluşan rizoidler (köksü yapılar) bulunur.
Kara yosunlarında sporofit ve gametofit evre olmak üzere 2 farklı yaşam evresi vardır.
Gametofit evrede bitki tamamen ince ve yumuşak yapraksı formda ve bir sapa bağlı olup, birkaç hücre kalınlığında olan yapraklar orta ana damar genellikle içermez. Döl almaşıyla eşeyli ürerler. Fotosentezin büyük bir kısmını gametofit nesil gerçekleştirir. Fotosentez sonucu oluşan besinlerini depolayan bitkilerdendirler. Yaklaşık 16.000 türü bilinmektedir.
Ökaryotik algler
Ökaryotik algler, gerçek çekirdek, çekirdekçik ve zarla çevrilmiş organelleri olan alglerdir. Archaeplastida'ya ait üç grubu kapsar:
* Yeşil algler
* Kırmızı algler
* Glaucophyta
Bu gruplarda, kloroplast iki zarla çevrelenmiş ve muhtemelen bir endosimbiyozdan gelişmiştir. Yüksek bitkilerdeki pigmentler yeşil alglerdekilere benzerken, kırmızı alglerdekiler daha farklı gelişmiştir.
Klorofil-b taşıyan diğer iki alg grubu ise şöyledir:
* Öglenalar
* Chlorarachniophyta
Bu grup, iki ya da üç zarla kuşatılmış muhtemelen yeşil bir algi içine hapsederek gelişmiştir. Chlorarchniophyta grubu, bir algin çekirdeğine ait küçük bir çekirdek parçası içerir.
Nemli bir kaya üzerinde yaşayan algler
Geri kalan algler, bütün kloroplastları klorofil-a ve c içeren alglerdir. Klorofil-c, prokaryotların hiçbirinde ve ilkel kloroplastlarda görülmez, fakat kırmızı alglerle olan genetik benzerlik akrabalıklarını gösterir. Bunlar;
* Heterokontlar (altınsarısı algler, diatomlar, kahverengi algler gibi.)
* Haptophyta (coccolithophora)
* Cryptomonadlar
* Dinoflagelltlar
İlk üç grubun (Chromista), kloroplastları dört zarlıdır. Bu grupların bazı üyeleri fotosentetik değildir, bazıları plastid taşımaz ya da kloroplastları yoktur.
* Yeşil algler
* Kırmızı algler
* Glaucophyta
Bu gruplarda, kloroplast iki zarla çevrelenmiş ve muhtemelen bir endosimbiyozdan gelişmiştir. Yüksek bitkilerdeki pigmentler yeşil alglerdekilere benzerken, kırmızı alglerdekiler daha farklı gelişmiştir.
Klorofil-b taşıyan diğer iki alg grubu ise şöyledir:
* Öglenalar
* Chlorarachniophyta
Bu grup, iki ya da üç zarla kuşatılmış muhtemelen yeşil bir algi içine hapsederek gelişmiştir. Chlorarchniophyta grubu, bir algin çekirdeğine ait küçük bir çekirdek parçası içerir.
Nemli bir kaya üzerinde yaşayan algler
Geri kalan algler, bütün kloroplastları klorofil-a ve c içeren alglerdir. Klorofil-c, prokaryotların hiçbirinde ve ilkel kloroplastlarda görülmez, fakat kırmızı alglerle olan genetik benzerlik akrabalıklarını gösterir. Bunlar;
* Heterokontlar (altınsarısı algler, diatomlar, kahverengi algler gibi.)
* Haptophyta (coccolithophora)
* Cryptomonadlar
* Dinoflagelltlar
İlk üç grubun (Chromista), kloroplastları dört zarlıdır. Bu grupların bazı üyeleri fotosentetik değildir, bazıları plastid taşımaz ya da kloroplastları yoktur.
Su yosunlarının beslenmesi
Su yosunları özellikle doğu Asya ülkelerinde önemli bir besin kaynağıdır. A, B1, B2, B6 ve C vitaminleriyle niyasin, iyot, potasyum, demir, magnezyum ve kalsiyum açısından zengindir. Bazı yosun çeşitleri "destek besini" olarak ticari işletmelerce yetiştirilmekte ve paketlenerek satılmaktadır.
Çin'de yaklaşık 70 çeşit su yosunu yenmektedir. Bu çeşitlerin en bilinenlerden biri fat çoydur. Japonya'da yaklaşık 20 yosun çeşidi yemeklerde kullanılmaktadır.
Su yosunları (algler), bir çok farkı sınıflandırma yapılsa da genel olarak, prokaryotik ve ökaryotik olmak üzere iki ayrı sınıfa dahil edilebilir.
Çin'de yaklaşık 70 çeşit su yosunu yenmektedir. Bu çeşitlerin en bilinenlerden biri fat çoydur. Japonya'da yaklaşık 20 yosun çeşidi yemeklerde kullanılmaktadır.
Su yosunları (algler), bir çok farkı sınıflandırma yapılsa da genel olarak, prokaryotik ve ökaryotik olmak üzere iki ayrı sınıfa dahil edilebilir.
Su yosunları
Su yosunları ya da Algler (Latince deniz otu anlamındaki "alga" dan türetilmiştir ), büyük çoğunluğu fotosentetik olmasına ve bitkilere benzemesine karşın, bitkiler alemiyle yakın akraba olmayan bir grup sucul canlı grubudur.
"Yosun" tanımı çoğunlukla su yosunları (algler) için kullanılsa da; yosunlar, kara yosunları ve su yosunları (algleri) gruplarını kapsayan genel bir terimdir.
Su yosunları, bitkilerin aksine, fotosentez ürünlerini nişasta formunda depolamazlar. Kloroplastları, sitoplazma içerisinde serbest olarak değil, granüller endoplazmik retikulum üzerinde bulunur. Klorofil-c taşırlar ve bitkilerde bulunmayan başka pigment maddeleri bulundurular. Çeşitli su yosunu gruplarına özel renklerini bu pigment maddeleri verir.
Su yosunlarında, bitkilerdeki yaprak, gövde gibi elemanlarına benzeyen, ancak damar dokusu taşımayan, özelleşmemiş vücut bölümlerine "tallus" denir.
Üremeleri, ikiye bölünme, tomurcuklanma, ana bitkinin büyümesi, spor hücrelerinin ya da eşey hücrelerinin üretilmesi şeklinde gerçekleşir.
Fotosentetik su yosunları, sucul ortamların birinci derecedeki üreticileri olduklarından önemlidirler. Alglerin bir diğer önemi de, birçok sucul canlının besin kaynağını oluşturmalarıdır. Ayrıca, çeşitli endüstri alanlarında kullanılan bazı hammaddeler yine bu su yosunlarından elde edilmektedir. Yaşamı sona eren su yosunlarının dış iskeletleri dibe çökerek, denizel kayaçların yapısına katılır.
[[Ekolojide su yosunları
Su yosunları, tüm ekosistemlerin bütünlüğünün korunmasında önemlidir. Okyanuslarda bulunan diyatomlar ve diğer mikroskobik yosunlar, tüm dünyanın ihtiyacı olan fotosentetik karbon ihtiyacının üçte ikisini üretirler. Sularda yosunlar tarafından gerçekleştirilen fotosentez canlılara oksijen sağlar.
Su yosunları, bununla birlikte suda yaşayan canlıların besin ve korunma gibi ihtiyaçlarını da karşılar. Bilinen tüm bitkiler içinde en hızlı büyüme oranını gösteren Büyük Okyanus'un dev su yosunu Macrocystis pyriferanın yaprakları haftada 3 ile 4.5 m arası boy verebilmektedir. Çok yıllık bu bitkiler yaklaşık 60 metre uzunlukta olabilirken, bazen 100 metre yüksekliğe kadar ulaşabilirler. Bu yosunlar yaklaşık 100 kg. ağırlığındadır.
17. yüzyılın sonlarından beri, kahverengi alglerin yakılmasıyla mineralce zengin küllerinden sabun, cam, soda ve gübre yapımında kullanılan "potas" elde edilmektedir. Kimyasal maddeler arasında yer alan brom ve iyot ilk kez bu külden izole edilmiştir ve iyot hala Japonya'da deniz yosunlarından elde edilmektedir. Yosunlar yaygın bir şekilde gübre olarak kullanılmaktadır.
Dünyanın bazı kesimlerinde kar altında yaşayabilen yosunlar, karın baharda pembe görülmesine sebep olurlar.
"Yosun" tanımı çoğunlukla su yosunları (algler) için kullanılsa da; yosunlar, kara yosunları ve su yosunları (algleri) gruplarını kapsayan genel bir terimdir.
Su yosunları, bitkilerin aksine, fotosentez ürünlerini nişasta formunda depolamazlar. Kloroplastları, sitoplazma içerisinde serbest olarak değil, granüller endoplazmik retikulum üzerinde bulunur. Klorofil-c taşırlar ve bitkilerde bulunmayan başka pigment maddeleri bulundurular. Çeşitli su yosunu gruplarına özel renklerini bu pigment maddeleri verir.
Su yosunlarında, bitkilerdeki yaprak, gövde gibi elemanlarına benzeyen, ancak damar dokusu taşımayan, özelleşmemiş vücut bölümlerine "tallus" denir.
Üremeleri, ikiye bölünme, tomurcuklanma, ana bitkinin büyümesi, spor hücrelerinin ya da eşey hücrelerinin üretilmesi şeklinde gerçekleşir.
Fotosentetik su yosunları, sucul ortamların birinci derecedeki üreticileri olduklarından önemlidirler. Alglerin bir diğer önemi de, birçok sucul canlının besin kaynağını oluşturmalarıdır. Ayrıca, çeşitli endüstri alanlarında kullanılan bazı hammaddeler yine bu su yosunlarından elde edilmektedir. Yaşamı sona eren su yosunlarının dış iskeletleri dibe çökerek, denizel kayaçların yapısına katılır.
[[Ekolojide su yosunları
Su yosunları, tüm ekosistemlerin bütünlüğünün korunmasında önemlidir. Okyanuslarda bulunan diyatomlar ve diğer mikroskobik yosunlar, tüm dünyanın ihtiyacı olan fotosentetik karbon ihtiyacının üçte ikisini üretirler. Sularda yosunlar tarafından gerçekleştirilen fotosentez canlılara oksijen sağlar.
Su yosunları, bununla birlikte suda yaşayan canlıların besin ve korunma gibi ihtiyaçlarını da karşılar. Bilinen tüm bitkiler içinde en hızlı büyüme oranını gösteren Büyük Okyanus'un dev su yosunu Macrocystis pyriferanın yaprakları haftada 3 ile 4.5 m arası boy verebilmektedir. Çok yıllık bu bitkiler yaklaşık 60 metre uzunlukta olabilirken, bazen 100 metre yüksekliğe kadar ulaşabilirler. Bu yosunlar yaklaşık 100 kg. ağırlığındadır.
17. yüzyılın sonlarından beri, kahverengi alglerin yakılmasıyla mineralce zengin küllerinden sabun, cam, soda ve gübre yapımında kullanılan "potas" elde edilmektedir. Kimyasal maddeler arasında yer alan brom ve iyot ilk kez bu külden izole edilmiştir ve iyot hala Japonya'da deniz yosunlarından elde edilmektedir. Yosunlar yaygın bir şekilde gübre olarak kullanılmaktadır.
Dünyanın bazı kesimlerinde kar altında yaşayabilen yosunlar, karın baharda pembe görülmesine sebep olurlar.
Ekoloji
Ekoloji (veya çevre bilimi ya da çevrebilim), canlıların birbirleri ve çevreleriyle ilişkilerini inceleyen bilimdir. Ekosistemse canlı ve cansız çevrenin tamamıdır. Ekosistemi de abiotik faktörler (toprak, su, hava, iklim gibi cansız faktörler) ve biyotik (üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılar) faktörler olmak üzere iki faktör oluşturur.
İki çenekliler
Magnoliopsida ya da dikotiledonlar, embriyonlarında iki çenek (kotiledon) bulunan bir çiçekli bitkiler sınıfıdır.
Yaklaşık 199.350 (IUCN sistemine göre) türle temsil edilirler. Çiçekli bitkilerden tek çenekliler, iki çeneklilerden farklı olarak, tek embriyonik yaprak (çenek) içerirler. Genel olarak otsu ve odunsu özelliklerdir. Tek yıllık, iki yıllık ve çok yıllık olabilirler. İletim demetleri dairesel dizilişlidir. Çok yıllık olanların iletim demetlerinde floem ile ksilem arasında bulunan kambiyum sayesinde sekonder kalınlaşma görülür. Yapraklar geniş olup, ağsı damarlanma gösterirler. Çiçek parçalarının sayısı çok değişiktir. Çiçek örtüsü (periant), çanak yaprak (sepal) ve taç yaprak (petal) olarak farklılaşmıştır. Tohumları iki çenek (kotiledon) bulundurduğu için dikotil bitkiler olarak adlandırılmışlardır. Ana kök iyi gelişmiştir ve üzerinde sekonder kökler bulunur.
Yaklaşık 199.350 (IUCN sistemine göre) türle temsil edilirler. Çiçekli bitkilerden tek çenekliler, iki çeneklilerden farklı olarak, tek embriyonik yaprak (çenek) içerirler. Genel olarak otsu ve odunsu özelliklerdir. Tek yıllık, iki yıllık ve çok yıllık olabilirler. İletim demetleri dairesel dizilişlidir. Çok yıllık olanların iletim demetlerinde floem ile ksilem arasında bulunan kambiyum sayesinde sekonder kalınlaşma görülür. Yapraklar geniş olup, ağsı damarlanma gösterirler. Çiçek parçalarının sayısı çok değişiktir. Çiçek örtüsü (periant), çanak yaprak (sepal) ve taç yaprak (petal) olarak farklılaşmıştır. Tohumları iki çenek (kotiledon) bulundurduğu için dikotil bitkiler olarak adlandırılmışlardır. Ana kök iyi gelişmiştir ve üzerinde sekonder kökler bulunur.
2 Mayıs 2011 Pazartesi
Bir çenekliler
monokotiller (ya da monokotiledon), çoğunlukla tek yıllık, palmiyeler haricindeki otsu bitkileri kapsayan çiçekli bitkiler sınıfıdır.
Tohumlarında bir çenek bulunduğu için "bir çenekliler" olarak isimlendirilen, bir çenekliler; 50.000 ve 60.000 arası (IUCN sistemine göre) 59,300 bitki türünü kapsarlar. Bu gruptaki en büyük familya, yaklaşık yirmibin tür sayısıyla orkidegillerdir. Ekonomik önemleri olan buğdaygiller, bu grubun en önemli familyası konumundadır. Diğer ekonomik önemi olan familyaları ise; palmiyegiller, muzgiller, zencefilgiller ve zambakgillerdir.
Bir çeneklilerin iletim demetleri genellikle dağınıkdır. Kambiyum olmadığından normal sekonder kalınlaşma görülmez. Bu yüzden boyları uzun, gövdeleri incedir. Yaprakları genellikle ince uzun, paralel damarlı, kökleri saçaklıdır. Ana kök gelişmi erken durduğu için saçak kök sistemi bulunur. Çiçek parçaları genellikle üçlü olup, çiçek örtüsü çanak yaprak ve taç yaprak şeklinde farklılaşma göstermez.
Tohumlarında bir çenek bulunduğu için "bir çenekliler" olarak isimlendirilen, bir çenekliler; 50.000 ve 60.000 arası (IUCN sistemine göre) 59,300 bitki türünü kapsarlar. Bu gruptaki en büyük familya, yaklaşık yirmibin tür sayısıyla orkidegillerdir. Ekonomik önemleri olan buğdaygiller, bu grubun en önemli familyası konumundadır. Diğer ekonomik önemi olan familyaları ise; palmiyegiller, muzgiller, zencefilgiller ve zambakgillerdir.
Bir çeneklilerin iletim demetleri genellikle dağınıkdır. Kambiyum olmadığından normal sekonder kalınlaşma görülmez. Bu yüzden boyları uzun, gövdeleri incedir. Yaprakları genellikle ince uzun, paralel damarlı, kökleri saçaklıdır. Ana kök gelişmi erken durduğu için saçak kök sistemi bulunur. Çiçek parçaları genellikle üçlü olup, çiçek örtüsü çanak yaprak ve taç yaprak şeklinde farklılaşma göstermez.
Kapalı Tohumlu Bitkiler
Angiospermae Tohum taslakları, meyva yapraklarının birleşmesiyle oluşan odacık içinde kapalı olarak tohum geliştiren bitkiler.
Kapalı tohumlular, açık tohumlulara göre daha gelişmişlerdir. Genellikle otsu, odunsu ve çalı formunda olurlar. Çoğunun kültürü yapılır ve ekonomik önemleri vardır. Kapalı tohumlular, iki çenekliler (Magnoliopsida, Dicotyledoneae) ve bir çenekliler (Liliopsida, Monocotyledoneae) olmak üzere 2 sınıfa ayrılır.
Kapalı tohumlular (Magnoliophyta) ya da çiçekli bitkiler, bitkiler aleminin çoğunluğunu kapsayan bir şubedir.
Kara bitkileri içindeki en önemli topluluğu, "çiçekli bitkiler" oluşturmaktadır. Yeryüzünün en gelişmiş ve baskın bitkileridir. Morfolojik olarak, ot, çalı gibi değişik formları bulunur. Kapalı tohumluların en belirgin özelliği farkılaşmış çiçekleri ve meyveleridir. Tohum taslakları kapalı bir odacık içinde geliştiği için bu gruba "kapalı tohumlular" denilmiştir. Açık tohumlulardan şu özellikleriyle ayrılırlar:
1.) Tohum taslakları tek veya çok sayıda meyve yaprağıyla çevrili bir odacık içindedir.
2.) Sekonder odunlarında trakeidlerle birlikte trakeler de bulnur.
3.) Çiçekler genellikle hermafrodit olup, hem erkek hem dişi organ aynı çiçek üzerinde bulunur.
4.) Çiçek örtü yaprakları (periant), çanak yaprak (sepal) ve taç yaprak (petal) şeklinde farklılaşmıştır.
5.) Dişi organda (pistil), ovaryum, stigma ve stilus gibi farklılaşmış kısımlar bulunur.
Uluslararası bitki bilimsel adlandırma kuralları, familya basamağının üstünde yer alan basamakların adlandırılmasında seçim serbestliği tanır ve bahsi geçen kuralların 16. maddesi, tanımlayıcı ya da içerilen bir cinse bağlı tanıtıcı (jenerik) adlara izin verir. Dolayısıyla, kapalı tohumluların da bölüm olarak adlandırılmasında geçerli olan ve birbirinin yerine kullanılabilen çeşitli bitki bilimsel adlar bulunmaktadır; bunlar şöyle sıralanabilir:
Kapalı tohumluların en çok tür sayısı bulunan familyaları şunlardır:
1.) Orchidaceae (orkideler): yaklaşık 25.000 tür
2.) Asteraceae ya da Compositae (papatyagiller): yaklaşık 20.000 tür
3.) Fabaceae ya da Leguminosae (baklagiller): 17,000 tür
4.) Rubiaceae (kökboyaları): yaklaşık 13,183 tür
5.) Poaceae ya da Gramineae (buğdaygiller): yaklaşık 9,000 tür
6.) Euphorbiaceae (sütleğengiller): yaklaşık 5,000 tür
7.) Malvaceae (ebegümecigiller): yaklaşık 4,300 tür
8.) Cyperaceae : yaklaşık 4,000 tür
9.) Araceae (Yılanyastığıgiller): yaklaşık 3700 tür
Kapalı tohumlular, açık tohumlulara göre daha gelişmişlerdir. Genellikle otsu, odunsu ve çalı formunda olurlar. Çoğunun kültürü yapılır ve ekonomik önemleri vardır. Kapalı tohumlular, iki çenekliler (Magnoliopsida, Dicotyledoneae) ve bir çenekliler (Liliopsida, Monocotyledoneae) olmak üzere 2 sınıfa ayrılır.
Kapalı tohumlular (Magnoliophyta) ya da çiçekli bitkiler, bitkiler aleminin çoğunluğunu kapsayan bir şubedir.
Kara bitkileri içindeki en önemli topluluğu, "çiçekli bitkiler" oluşturmaktadır. Yeryüzünün en gelişmiş ve baskın bitkileridir. Morfolojik olarak, ot, çalı gibi değişik formları bulunur. Kapalı tohumluların en belirgin özelliği farkılaşmış çiçekleri ve meyveleridir. Tohum taslakları kapalı bir odacık içinde geliştiği için bu gruba "kapalı tohumlular" denilmiştir. Açık tohumlulardan şu özellikleriyle ayrılırlar:
1.) Tohum taslakları tek veya çok sayıda meyve yaprağıyla çevrili bir odacık içindedir.
2.) Sekonder odunlarında trakeidlerle birlikte trakeler de bulnur.
3.) Çiçekler genellikle hermafrodit olup, hem erkek hem dişi organ aynı çiçek üzerinde bulunur.
4.) Çiçek örtü yaprakları (periant), çanak yaprak (sepal) ve taç yaprak (petal) şeklinde farklılaşmıştır.
5.) Dişi organda (pistil), ovaryum, stigma ve stilus gibi farklılaşmış kısımlar bulunur.
Uluslararası bitki bilimsel adlandırma kuralları, familya basamağının üstünde yer alan basamakların adlandırılmasında seçim serbestliği tanır ve bahsi geçen kuralların 16. maddesi, tanımlayıcı ya da içerilen bir cinse bağlı tanıtıcı (jenerik) adlara izin verir. Dolayısıyla, kapalı tohumluların da bölüm olarak adlandırılmasında geçerli olan ve birbirinin yerine kullanılabilen çeşitli bitki bilimsel adlar bulunmaktadır; bunlar şöyle sıralanabilir:
Kapalı tohumluların en çok tür sayısı bulunan familyaları şunlardır:
1.) Orchidaceae (orkideler): yaklaşık 25.000 tür
2.) Asteraceae ya da Compositae (papatyagiller): yaklaşık 20.000 tür
3.) Fabaceae ya da Leguminosae (baklagiller): 17,000 tür
4.) Rubiaceae (kökboyaları): yaklaşık 13,183 tür
5.) Poaceae ya da Gramineae (buğdaygiller): yaklaşık 9,000 tür
6.) Euphorbiaceae (sütleğengiller): yaklaşık 5,000 tür
7.) Malvaceae (ebegümecigiller): yaklaşık 4,300 tür
8.) Cyperaceae : yaklaşık 4,000 tür
9.) Araceae (Yılanyastığıgiller): yaklaşık 3700 tür
Açık Tohumlu Bitkiler
Tohumlu bitkiler bulundurdukları "tohum"la tohumsuz bitkilerden ayrılırlar. Üreme ve yayılma organı olan tohum, iki şekilde oluşturulabilir ve tohumlu bitkiler buna göre iki büyük bölüme ayrılır: Açık Tohumlu Bitkiler - Gymnospermae: Tohum taslakları, meyve yaprakları tarafından örtülmeden açıkta tohum meydana getiren bitkiler. Açık tohumlu bitkileri genellikle ağaçlar ya da ağaççık formundaki odunsu bitkiler oluşturur. Genellikle yeşil olup, yaprakları çoğunlukla iğnemsi, şekilde bu yüzden de, kuraklığa dayanıklıdırlar. (Pinophyta), çoğunlukla ağaç ya da ağaççık, seyrek de olsa çalı biçiminde olan bitkileri kapsayan taksonomik grup. Bütünüyle odunsu olan bu bitkiler, genellikle yapraklarının tamamını birden dökmediği için dört mevsim yeşil kalabilirler. Yaprakları çoğunlukla iğnemsidir. Bununla birlikte pulsu, yelpaze, şeritsi ya da tüysü tipte yapraklı olanları da vardır. |
Odun boruları (ksilem) ve soymuk boruları (floem) yapılarından oluşan vasküler sisteme sahiptirler. Odun yapıları gövdede bir daire üzerine dizilmiş açık koleteral iletim demetleri içerir. Bu nedenle de ikincil kalınlaşma gösterirler. Bir ya da iki evcikli bitkilerdir. Genel olarak erkek kozalaklar bir eksen üzerinde üstüste binmiş yapıda mikrosporofillerden oluşmuştur. Pul ya da kalkan biçiminde olan mikrosporofillerin karın kısmında çoğunlukla 2, bazen 4 polen kesesi (mikrosporangiyum) gelişir. Bu keselerde bulunan mikrospor ana hücresi, mayoz bölünme geçirerek mikrosporları, bunlar da polenleri verir. Açık tohumlularda polen üretimi oldukça fazla olup, her bir erkek kozalak birkaç milyon polen üretebilir. Bazı üyelerinin polenlerinde, polenin rüzgarla uçmasını sağlayan 2-3 hava keseciği bulunabilir. Dişi kozalak genelde erkek kozalağa benzer. Bir eksen üzerinde sarmal dizilmiş makrosporofillerden oluşmuştur. Her bir makrosporofilin üst kısmında iki tohum taslağı bulunur. Tohum taslaklarında da makrosporangiyumlar yer alır. Bu gruptaki bitkilere açık tohumlular denilmesinin nedeni, tohumun bir yapıyla kapanmamış olarak açıkta bulunmasıdır. Tozlaşmaları genelde rüzgarla olur. Doğrudan doğruya mikrofil üzerine gelen polenler, polen odacığında çimlenirler ve polen tüpü oluşur. Bu sırada generatif hücrenin çekirdeği bölünerek iki sperma çekirdeği verir. Polen hortumuyla arkegonyumlar içine sokulan bu sperm çekirdekleri yumurta hücresini döller. Embriyonun etrafında tohum kabuğu (testa) bulunur. Döllenmeden sonra tohum taslağı örtüsü genellikle odunsu bir yapı kazanır; ancak bazı gruplarda meyveyi andıran bir yapı da ortaya çıkabilir. Tohumların olgunlaşma süreleri 1-3 yıl arasındadır. Günümüzde 600 ile 1000 türle temsil edilmektedirler. |
1 Mayıs 2011 Pazar
Tohumlu bitkiler (Çiçekli Bitkiler)
Tohumlu bitkiler bulundurdukları "tohum"la tohumsuz bitkilerden ayrılırlar. Üreme ve yayılma organı olan tohum, iki şekilde oluşturulabilir ve tohumlu bitkiler buna göre iki büyük bölüme ayrılır.
Tohumsuz Bitkiler
Tohumsuz bitkiler sporla çoğalırlar. Bu bitkilerin çoğu kök, gövde, yaprak ve çiçek gibi organ farklılaşmalarını belirgin olarak göstermezler. Bitkinin tümü aynı yapıda, yapraksı ya da şeritsidir ve bu yapıya "tallus" denir. Talluslu tüm bitkilere "Thallophyta" denilmektedir. Daha gelişmiş olan ve organ farklılaşmaları gösteren bitkilere ise "Kormophyta", bu tip yapıyı da "kormus" denir.
Suyosunları (algler), karayosunları (Bryophyta), ciğerotları, boynuzotları, yapraklı karayosunları ve vasküler bitkileri (fosil türler ve eğreltiotları gibi) içeren takımdır.
Suyosunları (algler), karayosunları (Bryophyta), ciğerotları, boynuzotları, yapraklı karayosunları ve vasküler bitkileri (fosil türler ve eğreltiotları gibi) içeren takımdır.
Bitkiler
fotosentez yapan, ökaryotik, ağaçlar, çiçekler, otlar, eğreltiotları, yosunlar ve benzeri organizmaları içinde bulunduran çok büyük bir canlılar alemidir.
Bitkiler, topluluk halinde yaşarlar. Bitkilerin bir bölgede oluşturdukları örtüye bitki örtüsü denir. Flora, bir bölgede yetişen bütün bitki türlerinin hepsine denir. Herhangi bir bölgenin yaşam koşullarında gelişen, benzer ekolojik yapı içeren bitki topluluğuna vejetasyon denir. Bunlar 4 sınıftır: Ormanlar (her zaman yeşil tropikal yağmur, subtropikal, orta kuşak, sert yapraklı, iğne yapraklı, kışın yaprak dökenler, muson ormanları, tropikal kuru, mangrov, galeri, bataklık), Çalılar (maki, garig, psödomaki), otlar (savan, step, çöl), tundra. Bitkilerin yetişmesini etkileyen birçok faktör vardır. Bunlar; ekvatora uzaklık, denizden yükseklik(rakım), arazi eğimi, ışık, sıcaklık, nem, yıllık yağış miktarı, toprak içeriği, canlı faktörler(insan, hayvan, diğer bitkiler, mikroorganizmalar)'dir Bitkiler, fotosentezle ekolojik dengeyi sağlamada temel rol oynadıklarından, canlılar dünyasında çok önemli yere sahiptirler.
Bitkiler aleminin 350.000'e yakın türü mevcuttur. 2004 itibariyle 287.655 bitki türü tanımlanmıştır. Bunlardan 258.650'si çiçekli bitkilerden, 15,000'i de yosunlardan olarak tanımlanmıştır. Bitkiler genelde ototrof (özbeslek) organizmalardır ve enerjilerini güneş ışığından alırlar. Birçok bitki kloroplastları sayesinde fotosentez ile organik bileşiklerini üretir. Bitki hücreleri genellikle kareye benzer şekildedir.
Bitkiler, tohumsuz bitkiler (Cryptogamae) ve tohumlu bitkiler (Spermatophyta) olmak üzere iki büyük gruba ayrılır:
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)